Açılışı “Masal zamanlar”da kalmış bir aşk hikayesiyle yapayım istedim. Bazılarının ilk defa duyacağı bu hikaye, okurken şaşırtmakla birlikte, Melih Kibar’ın temennisiyle bütünleşince, bir garip dokunur içime.
Çiğdem Talu ve Melih Kibar’ın aşkı, o zamanlarda hoş karşılanmayacak birçok durumun bileşimi gibidir. Melih genç bir öğrenciyken ondan 12 yaş büyük olan Çiğdem. Toplumsal sınırların keskince belirlendiği, “kim olduğu bilinmeyen” atalardan kaldığı iddia edilen adetler, genellemeler, yasaklar, ayıplar… Bir derin ah çekerek okumaya devam ederken siz, ben de yutkunup acıyla, yazmaya devam ediyorum.
Aslında herkes bilir, bir aşkın insanı ne kadar yükseltebileceğini. Koşulların, bir aşkın büyüsü üzerinde hiçbir belirlenimi olamayacağını herkes iyi bilir de… Gene de konduramazlar zorlu koşullar içerisindeki iki insana mutluluğu.
Melih Kibar, yüksek öğrenim için Londra’ya gider. Gemi yolculuğu sırasında, kendi iç sıkıntısının ağırlığı da yükken içinde, bu sıkıntıyı besleyen bir fırtına çıkar. Büyük, ürkütücü, bir sevdalı yüreğe “bir daha görüşememe” acısı salacak kadar kuvvetli bu fırtına; bu destansı hikayenin de baş kahramanı olacaktır.
Geminin içinde dolaşırken bir piyano ile yolları kesişir; özlem, ayrılık, umutsuzluk, keder; sanki tüm duygular gürleyen gökle birlikte üşüşür Melih’in yamacına, tüm coşkulu duyguların da yardımı ile bir beste yapar ve besteyi kaydeder. Kaydı da babasıyla birlikte İstanbul’a, özlem dolu duygularının öznesi, Çiğdem Talu’ya gönderir. Ancak besteyi hangi koşullar altında ve hangi duygulardan geçerek yaptığını belirtmez. Bir süre sonra Çiğdem’den bir mektup alır. Çiğdem besteyi çok beğenmiş ve o coşkuyla şu sözleri yazmıştır:
“Gün ağarırken, tek başıma oturmuşsam
Henüz daha gözlerimi bir an bile yummamışsam
Sen yoksan yine, bense yorgun ve yalnızsam
Hele bir de, bir de canım hasretine kapılmışsam
Ve gözümde tütüyorsan buram buram
Henüz daha gözlerimi bir an bile yummamışsam
Sen yoksan yine, bense yorgun ve yalnızsam
Hele bir de, bir de canım hasretine kapılmışsam
Ve gözümde tütüyorsan buram buram
İşte o an bir fırtına kopar
Sanki o an yer yerinden oynar
Hoyrat bir rüzgar eserken
Sallanan gemi misali
Sallanır durur içimde dünya
Sanki o an yer yerinden oynar
Hoyrat bir rüzgar eserken
Sallanan gemi misali
Sallanır durur içimde dünya
Son ışıkları sönüyorsa sokakların
Yeni bir gün giriyorsa penceremden yavaş yavaş
Sen yoksan yine, bense suskun ve bitkinsem
Hele bir de bir kadehin gölgesine sığınmışsam
Ve yılların hesabını şaşırmışsam
Yeni bir gün giriyorsa penceremden yavaş yavaş
Sen yoksan yine, bense suskun ve bitkinsem
Hele bir de bir kadehin gölgesine sığınmışsam
Ve yılların hesabını şaşırmışsam
İşte o an bir fırtına kopar
Sanki o an yer yerinden oynar
Külrengi bir akşam vakti
Kaybolan renkler gibi
Kaybolur gider gözümde dünya
Sanki o an yer yerinden oynar
Külrengi bir akşam vakti
Kaybolan renkler gibi
Kaybolur gider gözümde dünya
İşte o an bir fırtına kopar
Sanki o an yer yerinden oynar
Bir koca çınar dalından
Savrulan yaprak misali
Savrulur gider güzelim dünya.”
Sanki o an yer yerinden oynar
Bir koca çınar dalından
Savrulan yaprak misali
Savrulur gider güzelim dünya.”
Melih Kibar ağlayarak Çiğdem Talu’yu aradığını anlatıyor, telefonun başında bağlantıyı 9 saat bekleyerek… ve şöyle sesleniyor, bana, bize, hepimize: “Bu, başka bir şeydir.. Allah insanlara bunu yaşatmalı; bu, çok özel bir şey. Ondan sonra herkes Çiğdem Talu - Melih Kibar olarak bizi görmeye başladı, Çiğdem dendiği zaman Melih, Melih dendiği zaman Çiğdem’dik biz...”
“Masal zamanlar”da kalmış, iki söz bir melodiyle doğan ve hâlâ ölmeyen bir aşkın hikayesi bu yazdığım. “İçimdeki Fırtıya”yı dindirmez belki böylesine sevdalı hikayeler, belki tüm umudunu yitirdin okurken sen de. Bir masal gibi geliyor belki tüm bu yaşananlar. Olsun. Ben yazdım. Onlar yaşadı. Bu masalın tüm hissesi buradadır belki. Kim bilir, bilemem.
5 Temmuz’12
00:08
Özge
00:08
Özge
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder